Kahvede akımların ortaya çıkmasıyla birlikte, kahve kendisini başka yerlerde ve farklı şekillerde gösterirken kahve tüketicilerinin de günlük alışkanlıklarını ve sosyal aktivitelerini şekillendirmekte önemli bir rol oynadı. Biz kahve severler olarak, kimi zaman hedefimiz sadece kahve içmek olduğunda marketlerde soluğu aldık, kimi zaman kahve içmeye ve keyifli vakit geçirmeye en sevdiğimiz kahve dükkanına gittik. Hem de defalarca.
İşte bu noktada kahve dükkanlarının açılması, kahvede 2. ve 3. akım ile birlikte tüketicilerin günlük alışkanlıklarını bu boyutlarda şekillendirmesi kaçınılmazdı. Bizler kahve dükkanlarını, hayatımızın bir parçası olarak kabul ederken aynı zamanda bu işletmelerin yarattığı tüketim kültürünü yaşamaya da başladık.
Kahvenin benim hayatımdaki önemini sorgularken bu konuyu anlatmak istedim. Çünkü kahve dükkanları kendimi ait hissedebileceğim bir mekan bulmamda önüme çok fazla fırsat çıkardı. Ben de bu fikre bağlandım ve kahvenin yarattığı bu dükkan kültürünü her zaman sosyal hayatımın bir parçası olarak kabul ettim.
Benim gibi kahve ve iletişim meraklısı insanlar için sosyal hayatın dışında bu dükkanlar çalışabileceğimiz, hem hayatımızı yönlendirmede yardımcı olacak insanlar tanıyıp hem de kendimizi “barista”, “kavurucu” benzeri tanımlarla ifade edebileceğimiz bir alan yarattı.
Şimdi baktığımda hayatımdaki dönüm noktası sayabileceğim bir dizi tanışmaların çoğu kendimi her gün içinde bulduğum kahve dükkanlarında gerçekleşti. Bu sayede kahveye ve dükkan kültürüne bir teşekkür borçluyum! Peki ne oldu da 3-5 sene içerisinde gittiğimiz kahve dükkanları, içerisindeki enerjiyi, belki her gün sizi dinleyen baristayı ve sosyal etkisini kaybetmeye yaklaştı?
Şu an kendimi her gün gitmekte her anlamda rahat hissettiğim, ürünlerini alırken, çalışanlarıyla sağlam ilişkiler kurduğum, gün içinde mutlaka bir durak olarak belirlediğim kaç tane kahve dükkanı kaldığını düşünüyorum: Cevap oldukça az!
Bugün kahve dükkanları her gün gitmekten keyif aldığımız bir kültür yerine, içerisinde vakit geçirmekte zorlandığımız ve sanki sadece kahve satın almaya gittiğimiz yerler, kahve marketleri haline geliyor. Kahvemizi hazırlayanlan baristalar bir kasiyer görevi görmeye adapte oluyor ve içtiği bir fincan kahvenin tadını çıkaran, günün en keyifli vaktini yani boş vaktini burada geçirmeye ayıran insanların sayısı giderek azalıyor.
Kahve marketleri, vakit geçirmek için değil, ofis ortamı yaratmak için uygunken, dışarıda evinde gibi hissedeceği sıcak bir ortam arayan diğer kahve severleri yarattığı hissiyatla kapı dışarı etmeye hevesli duruyor. Burada, hiçbir işletme modelini eleştirme amacı gütmüyorum ancak girişimcilerin kendilerine bir kahve dükkanı mı yoksa bir kahve marketi mi yaratacağını projelerinin ilk aşamalarında belirlemesi ve buna göre hareket etmesi oldukça önemli.
Bir kahve dükkanı yaratırken, hazırlanan menülerin, satın alınan ekipmanların ve tüm mimari tasarımın yanında; kahveyi bir iletişim aracı olarak kullanan insanları buraya doğru harekete geçirecek sürdürülebilir bir sosyal ortam yaratmak için insanlarla doğrudan iletişim kuran ekibin sağlıklı bir ortamda çalışması, kahve ile doğru bir bağlantı geliştirmeleri ve sunulan ürünlerin arkasında iyi bir hizmet anlayışı benimsemelerini sağlamak, bir hikaye yaratmak isteyen girişimciler tarafından en az ticari kaygı kadar önemsenmeli.
İnsanın sosyal ihtiyaçlarının giderek arttığı ve medya ürünlerinin bu ihtiyacı yeterince karşılayamadığı bu dönemde kahve gibi bir aracın etkisini yeniden kullanabilir ve içinde iyi hissettiğimiz hikayeler, içinde hikayeler yaşadığımız dükkanlar yaratabiliriz. Bizler iletişim kurmaya bağımlı canlılarız ve yeni dünyaya sesleniyoruz:
Kahve bir iletişim aracıdır!